Yıllardır dolabımızda ya giyecek bir şey bulamıyoruz, ya fazlalıktan kafamız karışıyor, ya olanların "modası" geçiyor ya da hayalimizdeki o kombini yapamıyoruz. Bazıları umursamaz, pek düşünmüyor, 5 dakikada hazırlananlardan. Bu kesim de ikiye ayrılıyor: üstüne ne giyse yakışanlar ya da ne giydiği umurunda olmayanlar.
Nasıl gözüktüğüne dikkat edenlerse kimliğini temsil eden şeyler taşımak istiyor üstünde, çok normal. Bu bazen rengarenk, bazen uyumsuz, bazen sloganlı parçalarla olabiliyor elbet. Ruh hâlimize göre de değişiklik gösteriyor. Tüm bu kategorilere artık yenileri de eklendi: giysinin marka olup olmadığı ya da yeni olup olmadığı.
Peki kıyafetler kişinin kendisini, düşüncelerini, var oluş şeklini, taşıdığı değerleri temsil etmiyorsa nereden olduklarının, durumunun, marka olmasının ne önemi var? Başka kişilerin hayatlarını uzaktan uzaktan izlediğimizden ve influencer pazarlama geldiğinden beri başkalarının yaşam stilini gösteren o kıyafetleri istedik; çünkü belki de onları giyerek o imajı vermek istedik çevreye ya da o hayatı yaşayan kişi olmayı.
Artık insanların neyi, nereden, başka hangi ürünlerle beraber satın alacaklarını söyleyen kişilerin olması kitlelerin giyimini toplu şekilde etkileyen, tek tipleştiren ve günlük, aylık trendler oluşturan unsurlara sahip gibi gözüküyor. Kitlelere toplu stilistlik yapan bir işleri var sanki. Halbuki stilist olmak için bedeni, kişiliği çok iyi tanımak gerekir. Neden herkes kendi stilisti olmasın ki?
İşte modaya bu özgürlükçü, bağımsız hareketin gelmesi için bu çerçeveyi benimseyen üretici ve tüketicilere ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz. İlhamımız bazen Pinterest'ten pinler, panolar, bazen akımlar, bazen de geçmişin ta kendisi olabilir. Geçmiş zamanı inceleyen tarih bilim dalını hep savaşlar, medeniyetler, imparatorluklar vs. ile duyduk; ama aslında modanın da bir tarihi var.
Küçüklüğümüzü düşünelim, küçükken giydiğimiz kıyafetleri, eski fotoğraf albümlerini karıştıralım, yakınımızdaki bir büyüğün gardrobunu, hurçlarını alt üst edelim :) İşte bunlar, bunların hepsi geçmişten bir parça. 1925 yılında yapılan Şapka ve Kıyafet Devrimi'ni düşünelim. Öncesini ve sonrasında neler olduğunu; çünkü bunların hepsi bu topraklarda giyildi, üretildi, yapıldı, dikildi, satıldı.
Bizim kendi tekstil geçmişimiz devlet kaynaklarında var mı bilmiyorum ama geçtiğimiz günlerde bünyesinde dünyanın her yerinden kırk binden fazla tekstil materyali arşivi olan Textile Research Center'a dadandım. Bakın ellerinde Türkiye'den neler neler var, ben bu kadarını beklemiyordum açıkçası <3 O 29 sayfa arasında gezmenin bu yazının okuyucularını başka bir boyuta taşıyacağını tahmin edebiliyorum şimdiden.
Son olarak 1873 yılında yaşanmış acı bir olaydan bahsedelim. Bu bir tekstil kaçakçılığı mı yoksa bir kayboluş hikâyesi mi bilinmiyor ama Karakarga Moda Tasarım ve Danışmanlık şirketi kurucusu Hatice Gökçe'nin kaleminden bu olayı alıntılayarak paylaşıyorum:
"Düşünsenize 1873 yılında bir imparatorluğa ait, büyük bir müzeyi dolduracak kadar tam 258 adet giysiyi yurtdışına sergilenmesi için yolluyorsunuz ama geri gelmiyor, kayboluyor! Akibeti hala belli değil. Şanslıyız, elimizde sadece bu giysilerin fotoğraflarından oluşan çok kıymetli 472 sayfalık bir kitap / katalog kalıyor.
1873 yılında İstanbul’da basılan ‘Les Costumes Populaires De La Turquie En 1873’ adlı kitaptan bahsediyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan farklı din ve ırklardan halkların gelenekleriyle şekillenmiş kıyafetlerini görüyoruz bu kitapta.
Aynı zamanda serginin komiseri olan Osman Hamdi Bey, kitabın metinlerini Marie de Launay ile birlikte kaleme alıyor.
Kitapta, halk giysilerinin sadece bir kıyafet değil, aynı zamanda sosyal statüyü de yansıttığı anlatılıyor. Köylü, işçi, burjuva ya da varlıklı kesim…Kimin kim olduğunu anlamak, kıyafetlere bakınca mümkün. Ayrıca bu kitap, sanatçılar için ilham kaynağı olurken, filozoflara ve araştırmacılara da inceleme ve düşünme fırsatı sunuyor.
Dönemin ünlü fotoğrafçısı Pascal Sebah tarafından çekilen 200’den fazla kıyafet, 1873 sergisi için Viyana’ya gönderiliyor. Ne yazık ki gönderilen kıyafetler bir daha geri dönmüyor ve tam olarak nereye teslim edildikleri de bilinmiyor. Bu durum, kataloğun belge değerini daha da artırıyor. 152 yıl önce dünyaya duyurulan bu görsellerin, bizlere nasıl bir miras bıraktığını bugün daha iyi anlıyoruz.
Tarihçi ve yazar Prof. Dr. Edhem Eldem “ Elbise-i Osmaniye'yi Tekrar Ele Almak” adlı 2014 yılında yazılmış makalesinde bu konuya değiniyor (meraklısının okumasını tavsiye ederim ) ve diyor ki:
‘Elbise-i Osmaniye gibi bazı önemli kaynakları tekrar tekrar ele aldıkça, deştikçe ve sorguladıkça çok farklı boyut ve sonuçlara varabilen bir tarihçilik anlayışına doğru yol alabileceğimizi ümit ediyorum.’
Bir de moda tarihi açısından bu kaynakları irdelersek ne müthiş bilgileri kayıt altına alırız güncel moda tarihimizi düzenlerken!
Pek çok kez dergilere, kitaplara, makalelere konu olmuş bu kitap ve giysilerin daha çok ilgiye ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
archive.org da kitabın orijinaline göz atabilirsiniz.
Bu arada @modaninbilindisi podcastinde bu konuya değindiler bir uzman eşliğinde, dinlemenizi tavsiye ederim."
Gönderinin aslını burada bulabilirsiniz.
Biz K'ai&Vrosi'de #sanahascizgiler diyerek peştemalin ya da bazı müşterilerimizin dediği gibi keşanın orijinal olarak kara tezgah dokuması yöntemini yaşatmaya devam ediyoruz. Sahip olduğumuz bu değerin Karadeniz Bölgesi'nde evlerde, tarlalarda, sokakta yıllardır tercih edildiği şekilde kullanılmasıyla beraber biz kullanım alanını genişleterek ona deri çanta ile başka bir alan oluşturduk.
Olduğumuz yerden, yarattığımız etkiden, yol aldığımız gelecekten, hayallerimizden, gerçekleştirdiklerimizden çok mutluyuz! Marka adımızda da geçtiği üzere iyi ve iyi kalın!